KÖRÜKLENEN YANGIN

AŞAĞIDAKİ YAZIM, KÖŞE YAZARI SAYIN GÜLAY GÖKTÜRK’ÜN 17 EYLÜL 1996 SALI GÜNKÜ YENİ YÜZYIL GAZETESİNİN ÜÇÜNCÜ SAYFASINDA YAYINLANAN “EZİLEN ÇOĞUNLUK” BAŞLIKLI MAKALESİNE İLİŞKİNDİR.
——————
KÖRÜKLENEN YANGIN

Bir yakınım aracılığıyla rastlantı sonucu okuduğum Yeni Yüzyıl gazetesinde, okulların açılmasından da yararlanılarak, sayın GÖKTÜRK tarafından uzun sayılabilecek bir makaleyle gündeme getirilen önemli olgu; Öğrenciler ve eğitim sistemimiz…

Türkiye’mizde öylesine geniş kapsamlı, çok boyutlu, incelenmeye ve tam olarak anlaşılmaya gereksinen sorunlar var ki, bunları birkaç paragrafla özetlemek olanaksız… Elbette ki bu da yapılabilir, ancak böyle bir basitleştirmeyi göze aldığımızda, aşağıdaki iki koşulu da düşünce sistemimizde barındırmak zorunda kalırız: Bunlardan biri, “OLGUYA TÜMÜYLE EGEMEN OLMAK”, diğeri ise,”SOMUT ÇÖZÜMLERE ULAŞABİLMEK”tir… Eğer hakim olamadığımız ve derinlemesine düşünemediğimiz alanlarda salt, GÜNCEL olabilmek için fikir üretir, hele hele bunları insanlarla paylaşma sorumluluğunu üstlenirsek, gereğinden fazla “CESARETLİYİZ” demektir…

İşte, aşağıda değerlendirmeye çalışacağım satırlar da, böylesine cesur bir dille yazılmış… Büyük harflerle ve tırnak içinde yazdığım ifadeler sayın GÖKTÜRK’ün yazısında değinmek istediğim paragraf ya da cümle alıntılarıdır…

“ONBEŞ MİLYON İNSAN; YANİ NÜFUSUN DÖRTTE BİRİ, ONBİR YILLARINI, YANİ ÖMÜRLERİNİN YAKLAŞIK ALTIDA BİRİNİ ‘OKUL’ ADI VERDİĞİMİZ YERLERDE GEÇİRİYORLAR.”

Sayın GÖKTÜRK’ün de vurguladığı gibi, Türkiye’de öğrenim çağında onbeş milyon insan var. Kanımca bu insanlar genel kültürlerini arttırmak; kendileri, toplum ve insanlık adına benimseyecekleri idealleri bilimsel temellere dayandırabilmek için ömürlerinin yaklaşık altıda birini okullarda geçiriyorlar. Elbette ki söz konusu zaman dilimi ve kurum çok farklı biçimlerde yorumlanabilir ama inanıyorum ki, eğitim/öğretim kurumlarındaki sonal amaç,-tüm yetersizliklere, aksaklıklara rağmen iyi niyetli ve yürekli öğretmenlerimiz/bilgiye gönül vermiş insanlarımızla- “Kültürü aktarmak, bilgiyi paylaşmak ve genç insanların gelişimlerine, üretkenliklerine katkıda bulunmak” sorumluluğunu aileyle bölüşmektir…
—–o—–
“EĞER TÜRKİYE’DE ONBEŞ MİLYON İŞÇİ OLSAYDI, SENDİKALAR HÜKÜMETİ PARMAĞINDA OYNATIRDI.”

Ülkemizde hiçbir konu yoktur ki, hükümete eleştiri yöneltilmeden ele alınabilsin… Bizler, yönetimi ülke çıkarları doğrultusunda davranmaya zorunlu kılacak özelliklerde kurmak için bilinçlenmek ve diğer seçmenleri de bilinçlendirmek yerine,öğrenci sorunlarını ele alırken bile sözü döndürüp dolaştırıp “HÜKÜMETİ PARMAĞINDA OYNATMA” kompleksine getirebilen insanlarız…

Sayın GÖKTÜRK’ün bu ifadesi gerçek olabilir. Ne var ki, özellikle de makalenin hemen başlarında, sanki çok arzu edilir bir sonuçmuşçasına vurgulanması ulusal “HÜKÜMET KOMPLEKSİ”mizin açık ve acı bir göstergesidir…

“AMA İŞTE ONBEŞ MİLYONLUK BİR KİTLE VAR ORTADA VE BU ONBEŞ MİLYONLUK KİTLE, HİÇBİR İSTEĞİNİ DİNLETEMEDEN, HİÇBİR ETKİNLİK KURAMADAN, HİÇBİR KONUDA LAFINI GEÇİREMEDEN, KUZU KUZU HER SÖYLENENİ YAPIYOR, ZİL ÇALINCA GİRİYOR, ZİL ÇALINCA ÇIKIYOR VE BU BÖYLE SÜRÜP GİDİYOR.”

Sözlükte “ÖĞRENCİ” kelimesinin anlamı, “EĞİTİM/ÖĞRETİM KURUMLARINDA DERS GÖREN KİŞİ…” olarak geçiyor. Ders gören kişi, öğrenme faaliyetini en yoğun ve verimli biçimde sürdürmekten sorumludur ve bu da pasif değil, aktif bir eylemdir… Öğrenmek, YAŞAMAK için vazgeçilemeyecek bir zevktir ve ÖĞRETEBİLMENİN de ilk adımıdır…

Üstelik, eminim ki sayın GÖKTÜRK hafızasını biraz zorladığında geçen yıl meydana gelen üniversite olaylarını da hatırlayacaktır ve yine eminim ki kendisi de, bu olaylardan ve “ETKİNLİK KURAN ÖĞRENCİ KİTLESİNDEN” büyük bir haz duymuştur…

Öğrenmenin geri plana itilmesini destekleyerek, öğrencilerin sorumluluğunun eylem yapmak, ortalığı birbirine karıştırmak
ya da herşeye başkaldırmak olduğunu savunanların yalnızca, “KENDİLERİYLE BARIŞ İMZALAYAMAMIŞ, ÖZGÜVENSİZ KİŞİLER” olduklarını düşünüyorum. Yanlışlar zorla, isyanla, tahakkümle değil, A’dan Z’ye programlanmış akılcı FİKİRLERLE ve YARATICILIKLA düzeltilebilir…
————————
“NÜFUSUN DÖRTTE BİRİ, ÖMRÜNÜN ALTIDA BİRİNİN NASIL GEÇECEĞİ KONUSUNDA TEK BİR ÇİFT LAF ETME HAKKINA SAHİP DEĞİL.”

İnsan bilgiyle yaşayan, gelişen, yüceleşen ve güçlenen; ondan yararlanarak çevresini de YAŞAMAYA DEĞER KILAN tek varlıktır.
Bilgi her yerde, her koşulda ve her zaman kazanılabilir. Ancak İNSAN TEMBEL BİR YARATIK OLDUĞUNDAN, ONA BELLİ BAŞLI BİLGİLERİN KAZANDIRILMASI SADECE GÜNLÜK YAŞAMA YA DA KİTAPLARA BIRAKILAMAZ; İŞTE OKULLAR VE DİĞER EĞİTİM VE ÖĞRETİM KURUMLARI BU AMAÇLA VARDIR… Söz konusu kurumların idari işleyişinin ve öğrencilere yönelik temel kurallarının sorgulanması öğrenciler için, BİLGİ’den fedakarlık edilen bir vakit kaybıdır… Eğer bu zaman israfı doğru olsaydı, okullarda yönetim kadrosuna hiç gerek kalmaz, öğrenciler kendi okullarını kendileri idare ederlerdi.

Ayrıca, sanırım sayın GÖKTÜRK büyük bir iyimserlikle, söz hakkı tanınan her çocuğun ve gencin bu yaptırım gücünü saygı, bilinç ve akılcılık sınırları çerçevesinde kullanacağına inanmaktadır…
——————–
“SORSANIZ, HEPİMİZ KİŞİLİKLİ ÇOCUK YETİŞTİRME KONUSUNDA ÇOK HASSASIZ. PEDEGOGLARIMIZ SABAH AKŞAM TELEVİZYONLARDA PROGRAMLAR YAPIP, ‘AMAN SAKIN ÇOCUĞUNUZUN FİKRİNİ ALMADAN ODASININ EŞYALARINI DEĞİŞTİRMEYİN. HANGİ FİLME GİDECEĞİNİZİ, HANGİ KANALI SEYREDECEĞİNİZİ MUTLAKA ONA DA DANIŞIN…’ DİYE UYARIYOR BİZLERİ.

EĞİTİMCİLER HER AĞIZLARINI AÇTIKLARINDA ‘ÇOCUKLARINIZA SEVGİ YANINDA SAYGI DA GÖSTERİN. KENDİ KARARLARINI KENDİLERİNİN VERMESİNİ TEŞVİK EDİN.’ DİYE AHKAM KESİYOR. BİZ DE ÇAĞDAŞ ANA BABALAR OLARAK, SAYGIDA KUSUR ETMEMEYE ÇALIŞIYORUZ. HATTTA BİR KUSUR EDERİZ DİYE ÖYLE KORKUYORUZ Kİ, KAZARA VİTRİNDE BİR GİYSİ GÖRÜP ALSAK ÖDÜMÜZ KOPUYOR, GİYİMİ HAKKINDA ONUN ADINA KARAR VERDİĞİMİZ İÇİN DÖNE DÖNE ÖZELEŞTİRİ YAPIYORUZ.

Kişilik oluşumu bireyin hayat standartını belirleyen ciddi ve yaşamsal bir süreçtir. Tüm yaşamdan sağlayacağımız doyum, karakterimizi hangi temellere oturttuğumuza ya da oturtamadığımıza bağlıdır. Odasının eşyalarını değiştirmekle, sinemaya gitmeye, tv izlemeye ona sormadan karar vermekle bir çocuğun karakteri zedelenebiliyor ya da sağlıklı gelişemiyorsa, zaten ortada “KARAKTER” yok demektir. Eğer çoğu uzman anılan olguyu böylesine basite indirgemeseydi, bugün hiç olmazsa belli kültür düzeyine ulaşmış ebeveynler ÇOCUKLARININ KİŞİLİKLİ OLABİLMESİ İÇİN, EŞYALARININ YERİNİ BELİRLEMESİNİN VE GİYSİLERİNİ SEÇMESİNİN DEĞİL, YAŞAMA COŞKULU, REALİST VE İDEALİST YAKLAŞMASININ GEREKLİ OLDUĞUNU KEŞFEDEBİLİRLER; KENDİ DAVRANIŞ VE DÜŞÜNCELERİNİ DE BU AMAÇ DOĞRULTUSUNDA PROGRAMLAYABİLİRLERDİ…
————————
AMA GELİN GÖRÜN Kİ, YILIN YÜZSEKSEN GÜNÜNÜ, YANİ HAYATININ YARISINI GEÇİRDİĞİ O YERDE, NASIL BİR HAYAT İSTEDİĞİ KONUSUNDA ONA HİÇBİR ŞEY, AMA HİÇBİR ŞEY SORMUYORUZ.

HANGİ DERSLERİ OKUMAK İSTEDİĞİNİ…
HANGİ BİLGİLERİ, NASIL BİR YÖNTEMLE ÖĞRENMEK İSTEDİĞİNİ…
GÜNDE KAÇ SAAT OKULA GİTMEK İSTEDİĞİNİ…
TATİLLERİ UZUN MU, YOKSA KISA MI BULDUĞUNU…
EV ÖDEVLERİ KONUSUNDA NE DÜŞÜNDÜĞÜNÜ…
HANGİ ÖĞRETMENİ BAŞARILI, HANGİSİNİ BAŞARISIZ BULDUĞUNU…
SINAV VE NOT VERME SİSTEMİYLE İLGİLİ FİKİRLERİNİ…
SORMAK ZAHMETİNE BİLE KATLANMIYORUZ.”

Sayın GÖKTÜRK günümüz gençliğinin çoğunluğunun psiko-sosyal
durumunu tarafsızlık ve gerçekçilikle değerlendirirse inanıyorum ki, yukarıdaki olgular hakkında sağlıklı karar üretebilecek bilince henüz ulaşamamış olduklarını kabul edecek, hatta benimseyecektir…

Ben de yirmiüç yaşında bir genç kızım ve büyüklerimizden dinlediğim kadarıyla eskiden insanlar okula gerçekten BİRŞEYLER ÖĞRENMEK İÇİN giderlermiş… Günümüzde ise, öğretim kurumları pekçok genç tarafından “GEREKSİZ”, hatta “ENGELLEYİCİ” olarak algılanmaktadır… Sayın GÖKTÜRK’ün öğrencilere söz hakkı tanımak istediği olgular gerçekten de olumlu, gerekli ve takdire değerdir. Ne yazık ki, üzerinde söz hakkı sahibi olacağı bir kurumu “FAZLALIK” gibi gören kişilerin, ona ilişkin konularda yeteri kadar SORUMLU davranamayacakları da bir gerçektir…

Üstelik, hiç birimiz düş kurmayalım… Söz konusu olgular hakkında gençler sağlıklı değerlendirmelerini iletebilseler dahi, uygulama boyutunda bu öneriler sadece “ÖRNEK TABLO” olarak arşivleri süsleyecek, kuramsal temellere dayanmadığı, bu nedenle de benimsenemediği sürece işlevsel olamayacaktır…

“BÜTÜN BUNLARI GEÇELİM, EN MASUMUNA GELELİM:
GÖRMÜYOR MUSUNUZ, HAPİSANEDEKİ MAHKUMLAR BİLE AYAKLANIP TEK TİP ELBİSE UYGULAMASINI KALDIRTTILAR. ONBEŞ MİLYON ÇOCUK VE GENÇ İSE HALA ÜNİFORMA GİYİYOR.
HANİ KİŞİLİĞE SAYGI? HANİ SEÇİM HAKKI?
GENÇLERİ BÜCÜR BÜROKRATLAR GİBİ GİYİNMEKTEN, HAYATLARININ ALTIDA BİRİNİ KİŞİLİKLERİNİ EZMEYİ HEDEFLEYEN O ÇİRKİN KILIKLAR İÇİNDE GEÇİRMEKTEN KURTULMALARI İÇİN NE GEREKİYOR? TUTUKLULAR GİBİ ÖLÜM ORUCUNA YATMALARI MI?”

Bence de, Türkiye’deki tüm öğrenciler açlık grevi yapmalıdırlar. Böylelikle belki bir gün “BÜCÜR BÜROKRATLAR” gibi giyinmekten kurtulur ve özgürlüklerini kanıtlarlar!!!…

İlkokullardaki “Siyah önlük” uygulamasının çok abartılı olduğunu kabul ediyorum. Ancak liselerde gördüğüm kadarıyla son derece şık etek ve pantolonlar giyilmektedir. Ben bile, ciddi bir toplantı ya da yemeğe giderken, o kıyafetleri giymek için can atarım….

Okul da ciddi bir yerdir… İnsanlar oraya, defile yapmaya
değil, OKUMAYA giderler, gitmelidirler… Sayın GÖKTÜRK kıyafet serbestliğini savunurken, sanırım okula her gün ayrı bir kıyafetle gelenlerin BİRŞEYLER ÖĞRENMEK yerine, birbirlerinin üstü-başıyla ilgilenmeyi seçebileceklerini de düşünmüştür…

Öneri şu olabilirdi: Okullar için hem ciddi, hem de rahat formalar düzenlensin. Örneğin sıcaklarda bir keten pantolon, etek üzerine t-shirt; kışın da bluejean ya da kadife pantolon/etek ile kazak… Her gelir düzeyi dikkate alınarak markalar belirlensin. Böylelikle hem çocuklar rahat etsinler, hem de okulun özel ve ciddi bir kurum olduğu vurgulanmış olsun.

Aslında bunlar da sadece fiziksel rahatlığı hedefleyen önerilerdir… Özgürlük giyim kuşamda, istediğimiz zaman sinema tiyatroya gitmekte ya da pankartlarla yürümekte değildir. Bu sadece, ÖZGÜRLÜĞÜ KEŞFEDEMEYEN, HİSSEDEMEYEN; BEYNİNDE YAŞAYAMAYADIĞI İÇİN, VÜCUDUNA SIĞDIRMAYA ÇALIŞAN kişilerin yöntemidir… Gerçek özgürlük, KENDİMİZ DE DAHİL HİÇ KİMSEYE BİRŞEYLER KANITLAMA ZORUNLULUĞU DUYMADAN DÜŞÜNMEK, HİSSETMEK, YARATMAK, İYİ YAŞAMAK VE İYİ YAŞATMAKTIR…

Ayrıca yazmak, çok büyük bir sorumluluktur…
Hele gençlikle ilgili mesajlar verirken, hangi amaçla olursa olsun, onları “ÖLÜM ORUCU” yapmak vb. ağır ruhsal bozukluklara özendirici/cesaretlendirici ifadeler kullanmaya, değil kitleleri ışığa taşıma sorumluluğu olan bir yazarın, sıradan insanların bile hakkı yoktur… Sayın GÖKTÜRK’ün söz konusu ifadeyi ilgililere mesaj vermek amacıyla kullandığına eminim ama ülkemizde gereken bilince ulaşamamış genç kesim de vardır ve onların bu mesajları hangi yönde algılayacaklarını hiç kimse bilemez…

“TUTARSIZLIĞA BAKIN Kİ; SIRA EĞİTİM SİSTEMİNE GELİNCE, EN BASİT BİR DÜZENLEMEDE BİLE FİKİRLERİNİ ALMAK GEREĞİ DUYMADIĞIMIZ, ‘ONLAR ANLAMAZ.” DEYİP GEÇTİĞİMİZ GENÇLERİ, ONDÖRT YAŞINDA ISLAHEVİNE, ONSEKİZİNDE DARAĞACINA GÖNDERMEKTE HİÇBİR SAKINCA GÖRMÜYORUZ.”

Gençleri KENDİ DOĞRULARINI LEGAL BİÇİMDE SAVUNMAYA YÜREKLENDİRMEK her ailenin temel işlevlerindendir. Bunu, eğitim sistemine yüklemek çok kolay bir kaçış yoludur. Genç insanları daracağına göndermekten de hiçbir kişi, kurum ya da sistemin haz duyacağına inanmıyorum…

Hiçbir suçu olmayan insanların cezalandırılacaklarına da inanmıyorum. Her ceza, küçük ya da büyük bir suçu içinde barındırır. Niçin kimse beni ya da ailemden birini hapse, darağacına yollamıyor? Çünkü biz radikalliğin, suç işlemek ya da aykırı görünmek değil, inandığımız doğrular uğruna sessiz ve derinden ilerlemek olduğunu biliyoruz…
——–
“NASIL BİR OKUL, NASIL BİR EĞİTİM KONUSUNDA TEK OY HAKKI BİLE VERMEDİĞİMİZ BU İNSANLARA, KALKIP CUMHURİYETİMİZİ VE İSTİKLALİMİZİ VE İSTİKBALİMİZİ VE DAHA KIYMETLİ NEYİMİZ VARSA HEPSİNİ EMANET ETTİĞİMİZİ SÖYLÜYORUZ. HATTA, SON YILLARDA HIZIMIZI ALAMAYIP,
DEVLETİN VE ÜLKENİN BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜNÜN YANI SIRA DÜNYAYI KORUMA VE KOLLAMA GÖREVİNİ DE, ONLARIN OMUZLARINA YÜKLÜYORUZ.

AMA LÜTFEDİP DE ‘ON DAKİKA TENEFÜS YETER Mİ, YOKSA ONBEŞ DAKİKA MI OLSUN?’ DİYE SORMUYORUZ.

ANLAYACAĞINIZ, BÜYÜK BİR RİYAKARLIKTIR SÜRÜP GİDİYOR.
VE SANIRIM GENÇLER BÜYÜKLERE EN ÇOK BU RİYAKARLIK YÜZÜNDEN KIZIYOR.”

Sayın GÖKTÜRK’ün “YÜK” olarak nitelendirdiği, “CUMHURİYETİ, İSTİKLALİ, İSTİKBALİ, DÜNYAYI KORUMA/KOLLAMA GÖREVİ”, ruh ve akıl sağlığı yerinde olan her Türk genci için tarif edilmez bir onur kaynağı ve yaşam amacıdır; çünkü öncelikle ulu önderimiz M. KEMAL ATATÜRK bu sorumluluğu bize vermiştir… Üstelik, İNSAN OLARAK, DÜNYAYI İYİ YAŞANILIR BİR YER KILMAYA ÇALIŞMAKTAN DAHA KEYİFLİ VE ONURLU NASIL BİR AMACIMIZ OLABİLİR Kİ?

Sayın GÖKTÜRK’ün sözettiği işlevleri yerine getirebilmek,
daha geniş bir ifadeyle, “ÖZGÜR, BİLİNÇLİ, YARATICI GENÇLER OLABİLMEK” için de, tenefüs saatlerini düzenleyebilmek değil, düşünmek, öğrenmek ve yaratmak gereklidir…

Yaşam ve ona ilişkin tüm kavramlar beynimizle yüreğimizdedir… Hayatı dar çerçevelere sıkıştırmaya, onunla ilgili olguların özünü yadsıyıp ayrıntılarıyla ilgilenmeye başladığımızda hem kendimizin, hem de başkalarının yaşam alanını daraltırız…

Düşünebilmek, Tanrı’nın insana en büyük lütfudur ve hiçbir sistem, güç ya da kural, bu olağanüstü yeteneği öz itibarıyla durduramaz. Yeter ki biz düşünce gücümüze sahip çıkalım ve onu öncelikle kendimizi keşfetmekte, sonra da sevecenlik, dürüstlük, akıl, mantık ve sağduyuyla dünyayı güzelleştirmekte kullanalım…

Aslı DİNÇMAN
İzmir, 15 Ekim 1996

Yorum bırakın